Hayvanlaşan İnsan / Emile Zola

Paris ve La Havre arasındaki demiryolu hattında çalışan görevlilerin ve ailelerinin ilişkilerindeki çirkinliklerin yorumu okura bırakılacak şekilde anlatıldığı bir roman Hayvanlaşan İnsan.
Zola, ürettiği düşünceler üzerine değil eşsiz gözlem gücüyle; gelişen ve büyüyen endüstrinin, toplumda kalması gereken değerleri yok etmesini ve bu yok oluşun toplumu da yok etmeye başladığını gerçekçi bir şekilde okura aktarıyor.
Demiryolu hattının mekan olarak seçilmesinin bilinçli bir tercih olduğunu düşünüyorum. Kitap boyunca ne istasyonlarda ne de demiryolu hattında bir değişiklik oldu. Değişen, teknolojinin gelişmesiyle lokomotifler oldu. Lokomotiflerin gelişmesiyle mesafelerin daha hızlı katedilmesi sağlanırken lokomotiflerin kontrollerinin daha karmaşık hale getirilerek zorlaştırıldığı anlatılmaktaydı. Lokomotif ve demiryolu hattı metaforu üzerinden gelişen teknoloji ve kaybolan insanlık gerçekçi bir şekilde anlatılmıştı. İnsanlığın demiryolu hattı gibi güvenli ve korunarak kalması gerektiği vurgulanmaktadır. Bu metaforu da Zola’nın  en belirgin şekliyle şu cümlede açıkladığı görülebilir; ” Matematik bir kesinlikle geleceğe doğru ilerleyerek, mekanik, görkemli bir şekilde geçiyor da geçiyordu ve o geçip giderken insanlıktan geriye kalanın, gizlense de soğukkanlılıkla hayatta kalmayı başaran ezeli bir tutku, ezeli bir suç olduğunu bilmezden geliyordu” Bu cümle ile ilk aklıma gelen Mehmet Akif’in İstiklal Marşımızdaki ”Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” mısrasıdır ki bu mısra ile Akif tıpkı Zola’nın da anlatmak istediği gibi  hızla gelişen endüstrinin daha da büyümek için giriştiği insanlık dışı halleri anlatmak istemesidir. İnsanlık dışı haller; Hayvanlaşan İnsan kitabında, ikili ilişkilerdeki cinayet metaforu ile anlatılarak endüstrileşmenin toplumu yok edişi anlatılmaktadır.
Endüstriyel gelişimin insanlığı yok edişinin kusursuz gözlemlere dayanarak, insanların bu gelişimin büyüsüne kapıldıklarında nasıl yok olacaklarını gerçekçi bir anlatımla,huzursuz edici fakat sorgulama imkanı veren  bir olay örgüsüyle anlatılmasıyla okumaktan keyif aldığın bir kitap oldu Hayvanlaşan İnsan.
Nice yeni iyi okumalar.

Yaşam Defteri

Yayınlandı: 27 Eylül 2023 / Genel

Kendisi için önemli bir olay olduğunda o an hiçbir şey hissedemiyordu. Kendini bir şekilde ve farkına varamadan anın dışında tutabiliyordu. İstediği, yaşanılanları o anda hissedebilmekti.
Yazmanın, yaşadıklarını hissedebilmesinin yolu olduğunu; ilkokul öğretmenin, sınıftan onları en çok üzen olayı defterlerine yazıp getirmelerini istediği gün, iki yıl önce babasının öldüğü günü yazdığında öğrenmişti. Babası öldüğü gün hiçbir şey hissetmemişti. Bir gün sonra üzüldüğünü içinin acıdığını, eksildigini, en iyi arkadaşını bir daha bulamayacak oluşunun korkusunu hissetmişti. Ödevi yazarken yeniden hissetmeye başlamıştı ilk gün daha doğrusu bir gün gecikmeyle hissettiklerini. O günden sonra yaşamak için hissetmek için anında yazar olmuştu yaşadıklarını. Olay anında donup hiçbir şey hissedememektense çantasında sayfaları bitince yerine yenisini koyduğu adına yaşam defteri dediği defterlerine yazmaya başladı çabucak.
Yazdıkça yaşadı yaşadıkça yazdı ve artık otuz iki yaşına geldiğinde birikmiş yaşam defterleri odalardan taşar olmuştu. Otuz iki yaşında o gün hastanede tüm vücuduna yayılmış kanserin artık onu yenecegini anladığı gün yaşadıklarını hissetmek için daha dogrusu daha fazla yaşamayacağını hissetmek için yazmalıydı. Parkta bir bankta son yaşam defterini çıkarıp yazmaya başladı. Hissettiği sadece kabullenişti ve bu kabullenişi yazıyordu ki yazdığı eline çarpan voleybol topu elindeki kaleme defterde düz bir cizgi çizdirdi. Hasta monitöründeki ölen hastanın düz bir çizgi olarak belirmesi diye düşündü.

Tayfun Sürücü

Gün Olur Asra Bedel / Cengiz Aytmatov

Demiryolu işçisi Yedigey’in dostu Kazangap’ın ölümüyle başlayıp defnedilmesine kadar geçen bir günün içinde neredeyse bir asırlık geçmişin anlatıldığı bir roman Gün Olur Asra Bedel.
Kitaptaki her bir karakterin temsil ettikleri ve bizlere anlatmak istedikleri etkileyiciydi. Kazangap’ın defin yolculuğunda Yedigey’in anlattıkları kitabın da ana konusunu oluşturan Sarı Özek bozkırında yaşayan bireylerin hayatları ve birbirleriyle etkileşimleri; temsil ettikleriyle yaşanılabilir bir dünya için mekanın zamanın önemsizliğini göstermekteydi. Geçmişi anlatılarından dinlediğimiz Yedigey; Kazangap ile olan ilişkisi ile dostluğu, vefayı, karısı ile olan ilişkisi ile dayanışmayı , Boranlı’daki aileler ile olan ilişikisi ile yardımlaşmayı birlik olabilmeyi temsil etmektedir. Ölümüyle kitabı başlatan Kazangap; görmüş geçirmişliğiyle bilgeliği, yaşadıklarıyla tecrübeyi, insanlara değer vermesiyle insanları anlayabilmeyi ve izinden gidilebilecek bir lideri temsil etmekteydi. Boranlı’ya sonradan gelen Abutalip; sistemin zorbalıklarına karşı yılmamayı vazgeçmemeyi ve direnmeyi, yeni nesile olan inancıyla umudu, bildiklerini akatarabilmek gayretleriyle eğitimin önemini, çocuklarına ve eşine  olan sevgisiyle saf sevgiyi temsil etmekteydi. Kitap yalnızca anlattığı insanların temsil ettikleriyle değil insan dışında hayvan ve araçların da temsil ettikleriyle etkileyiciliğine güç katıyordu. Kazangap’ın Yedigey’e hediyesi olan Karanar isimli deve; özgür yaşantısı ile özgür bireylerin gelişimlerinde nasıl hızlı ve iyi yol alacaklarını, topluma nasıl daha fazla faydalı olabileceklerini, güçlerinin doruklarında oluşuyla; bu gücün kontrol edilebilmesinin anlayışla yönlendirilmesinin gücün yok olmamasını sağlayacağını temsil etmekteydi. Boranlı istasyonundan geçip giden trenler; zamanı ve zamanın dur durağının olmamasını temsil etmekteydi.
Anlatımıyla, kurgusuyla, duyguyu okura tam olarak geçirebilmesiyle, merak uyandırabilmesiyle okumaktan keyif aldığım bir kitap oldu Gün Olur Asra Bedel.
Nice yeni iyi okumalar.

Kaplanın Sırtında / Zülfü Livaneli

Sultan II. Abdulhamid’in otuz üç yıl süren saltanatının sonrasında, sürgüne gönderildiği Selanik’teki üç buçuk yıllık yaşantısı sırasında geçmişini Zülfü Livaneli’nin Askeri Doktor Atıf aracılığıyla bizlere anlattığı bir roman Kaplanın Sırtında.
İmparatorluktaki kötüye gidişatın tek sorumlusunun Abdülhamid olduğunu düşünen aydınların, aslında bu düşünceleri ile en kolay yolu seçtiklerini ve kendilerini kandırdıklarını doktor Atıf aracılığıyla anlatmış Zülfü Livaneli. Zülfü Livaneli; sadece tek bir sorun olduğunu, bu sorunun çözülmesi ile her şeyin düzeleceğini sanan aydınların, içinde bulundukları diğer sorunları görmelerini engelleyen hâli okura göstermeye çalışarak; günümüzde de aynı sorunların olabildiği gerçeğine karşı geçmişte olduğu gibi tek sorun varmış gibi hareket edilmeyerek günümüz aydınlarının ve yönetici adaylarının her şeyin sonrası için de yüksek öngörülerde olması gerekliliğini anlatmış.
Günlük ve anılardan yararlanılarak onlara bağlı kalınarak duygulardan yorumlardan ziyade bu belgelere sadık kalınarak oluşturulmuş bir roman.
Kitapta tanıtım yazısı bulunan İlber Ortaylı’nın dediği gibi tarihin belli bir döneminin Abdulhamid perskpektifinden sürükleyici bir anlatımla bilançosu yapılıyor. Fakat bu bilanço Zülfü Livaneli’nin sevdiğim aradığım derinlikli anlatımıyla yapılmadığı için sürükleyiciliğinin dışında farklı bir keyif alamadım.
Zülfü Livaneli’nin bir önceki kitabı Balıkçı ve Oğlu kitabında anlatılanlar Serenad ve Kardeşimin Hikayesi kitaplarındaki gibi derinlikli anlatımdan uzak olduğu için keyifli bir okuma deneyimi yaşamamıştım. Bu okumamda da Kaplanın Sırtında kitabı belgelere sadık kalınarak oluşturmuş bir roman olduğu için yazarın sevdiğim derinlikli anlatımını bulamadım ve yine daha önceki kitaplarında yaşadığım okuma keyfini yaşayamadım.
Nice yeni iyi okumalar.

Yeşil Mürekkep / Osman Balcıgil

Sabahattin Ali’nin dil eğitimi için Almanya’ya yolculuğu ile başlayan daha çok dönemin siyasi olaylarının hatırlatılmasına yogunlaşılmış anlatımla devam eden  bir roman Yeşil Mürekkep.
Roman iki bölümden oluşuyor.  İlk bölüm; Sabahattin Ali’nin siyasî düşüncelerinin oluştuğu, bu düşünceleri ifade etmekten çekinmediği, tüm bunların yanında her an sevmek arayışında olduğu halleri ve  dönemin entelektüel ve aydın insanlarıyla dostluk ve düşmanlık temelleri attığı olayların anlatıldığı  kısımlardan oluşuyor. Ikinci bölüm Sabahattin Ali’nin hayata tutunmak için çabalamalarının ve binbir dereden gelen olumsuzluklara karşı  ailesini nasıl korurum gayretlerinin ve son olarak vatanında onu kabullenemeyen kesime daha fazla dayanamayarak yurt dışına çıkma gayretlerinin anlatıldığı kısımlardan oluşuyor.
Yüzeysel anlatımı sebebi ile derinliği olmayan bir kitap. Fakat anlatılanın Sabahattin Ali olması kitabi okunur kılıyor. Hıfzı Topuz un Başın Öne Eğilmesin kitabi çok daha derinliği olan anlatımı  ve belgelere yer veriyor oluşu ile bizlere  Sabahattin Ali’yi çok daha iyi yaşatıyor diye düşünüyorum.
Nice yeni iyi okumalar.